Salı, Ocak 27, 2015

hoşçakal

oradaydım. birkaç sokak lambasının soluk sarı ışıklarıyla aydınlattığı ıssız yolda sırılsıklam ve tek başıma. nereden geldiğimi ve nereye gittiğimi bilmeden yalnızca uzaklaşma arzusuyla yürüyordum. karşımda görünen nereye ve kimlere ait olduğunu bilmediğim yanıp kaybolan ışıkları düşünüyordum, ışıkların hemen ardında bir bataklık kadar koyu, suskun denizi. denize kadar koşmak istedim, tüm o yolları, sokakları, evleri geçip; kedilerin insanların ve çöp kutularının seslerinden sıyrılıp denize koşmak. bir insan daha ne kadar ölebilir? parsellere bölünmüş sahipli gökyüzünün, aç bir canavar gibi insanları yutan toprak dediğimiz bu mezarlığın, ruhlarını üç beş kuruşa pazarlamış kahrolasıca insanların arasında daha ne kadar ölebilirim?

tanrım ölmelerin sonu hiç yok mu? yüreğimi paramparça eden bu acıları toplayıp bit pazarında üç kuruşa satmak istiyorum. kar tanesi kadar hafif sorunları öldüren acılar sanan insanları tek tek kollarından tutup sarsmak yüzlerine birer tokat atmak istiyorum. bana öğütler veren, yeter kendine gel diyen insanları dipsiz bir uçuruma yuvarlayıp üzerine bir sigara yakmak sonra ölmeye yatmak...

ölüyorum sesimi duyuyor musun, bu dev mezarlığa karışıp kaybolacağım. ardımda üç-beş yarım kalmış şiir, bir roman, birkaç kırık kadeh bırakacağım.

kimseyi acıtmadım, yemin ederim. en çok kaktüsleri sonra kedileri sevdim. kedim öldü, tanrım neden onun ölmesi gerekti? tozlu rafların arasında, artık okunmayan bir kitabın yırtık sayfasında unutulmuş fotoğraflar gibiyim. belki birkaç satırlık yerler edindim, iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az insanın romanında. bir figüran oldum şu hayatta, hastanede ağlayan bir bebek, kaldırım taşına tek başına çiçekler çizen bir çocuk, hamakta sallanıp aşk hayalleri kuran bir genç kız, sayamayacağı kadar çok mezar taşının başında siyahlar içinde ağlayan bir kadın. hayatın bana sunduğu buydu ve ben sesimi hiç çıkaramadım. evet defalarca isyan ettim, bir iki adam sesimi duyup aralıklarla beni dinledi, hepsine aşık oldum. tanrım şu hayatta en çok aşık olmayı sevdim. sonra gittiler ve ben bölük pörçük aşklarımla yapayalnız; beni dinleyecek başka adamlar aradım, öyle çok yoktular ki inanamadım.

defalarca kırdım kendimi, defalarca öldürdüm. küveti bile olmayan beyaz ışıklı banyolarda öldürdüm kendimi, kaç defa cesedimi buldular. içimde otuz altı yerinden bıçakladım acımasız insanları, ama ne beni terk eden adamlara kızabildim ne sokakta elindeki şişeyi yere atan kadınlara. yanımdan geçip giderken kornaya basan arabalara küfredemedim, bana vuran, itip kakan adamlara karşılık veremedim. hayatın karşısında dik durup yeter diyemedim. içimde öldürdüm, içimde bağırdım. gece sesler sustuğunda defalarca kavga ettim hayallerimde. avazım çıktığı kadar yeter dedim, yüzümü gömdüğüm ıslak yastığa.

ne zaman bu kadar zayıf oldum ne zaman bu kadar çürüdü kalbim. hastalıklı ve mutsuz o evde, o odada, çocukluğumu bıraktığım sokaklarda da böyle miydim? bir hastanenin kötü kokan odasında kendimi bilmeden yarı baygın elini tuttuğum kardeşim ölmeden de böyle miydim? babamın, abimin, kardeşimin ve sevdiğim adamın üzerine o bir avuç toprağı atarken; gözümden bir kez olsun bir damla yaş akmamasının sebebi bu muydu?

hep hasta mıydım, hep yalnız mıydım? sen kollarımda ölmeden önce, son sözün seni sevmedim olmadan önce ben yine böyle miydim. ardından yalanlar uydururken; tanımadığım insanların hikayesini sahiplenip katlanabilmek için tüm bu olanlara karşıma çıkan insanlara hikayeler anlatmadan önce de böyle pis kokuyor muydu sözlerim?

uzakta görünen o ışıklar yok artık, yol bitti. yanımda gecenin karanlığında dev canavarlara dönüşmüş gibi görünen ağaçlar var, oturduğum toprak ıslak, üzerime yağmurlar yağıyor. üşümüyorum. zamanım yok, şimdiki zaman değil bu, yarın da değil. tek bildiğim geçmiş ve ben o saramış fotoğraf albümüne hapsoldum. beni sarsıp bırakmamı unutmamı söyleyen herkesten tekrar nefret ediyorum. ben böyle olmayı ister miydim? yapabilsem yapmaz mıydım? kolay mı sanıyorlardı, beni anlamıyorlar mıydı, yoksa ben mi çocukluk ediyordum. nereden bilebilirim ben doğruyu yanlışı. kaç yıl yaşadım ki zaten kaç insan tanıdım. sözlerimde mantık arayanlar sadece aptallardı, benim tek bildiğim doğru, hissettiklerimdi.

şimdi yapabildiğim tek şey görmediğim uzaklara bakıp, tanımadığım adamların şiirlerini okuyup, birbirinden güzel kadınların söylediği hafif acıklı şarkıları dinlemek ve geçmişi düşünmek. kaç insan öldürdüm hiç acımadan, hiç pişman olmadan. defalarca kaçtım hayatımdan, gidecek hiçbir yerim yok yine, çaldığım tüm kapılar yüzüme kapanmışken ve artık seni istemiyoruzları duymaktan bıkmışken şu aç canavarın kollarına bırakıp kendimi bu dev mezarlıkta kendime boş bir yatak aramaktan başka yapabileceğim ne var?

bu son mektubum, yarın hiç olmayacak ve ben bir daha hiç ağlamayacağım. sözler ve mektuplar hep sonrası için yazılır biliyorum. insanlar ölürken bile gözler hep beni kurtar diye bağırır bunu da biliyorum. belki bu bir imdat çığlığıydı. belki son şarkı. ben de isterdim mutlu bir hayat, belki kavgalar ve çocuklar. olmadı bu hayatı sevemedim, başaramadım. bu benim zayıflığımdı. kimseyi affedemedim. yine de kızmadım.

insanları ve hayatı bunca severken, en çok karı ve yağmuru; bir anda bırakıp gidiyor olduğunu bilmek garip. bu gün ekmek almadım, sigara sarmadım, müzik dinlemedim, kahvemi bitirmedim. her şeyi yarım bırakıp giderim zaten. bunu da öyle yapacağım. sevmelerimi ve acılarımı yarım bırakıp bir elveda bile demeden çekip gideceğim. Vedalardan nefret ederim, hoşçakal demeyeceğim yine de hoş kalın.

keşke denize gidebilseydim, özlenmiş bir sevgilinin kollarına koşar gibi kendimi bırakıp sularına zevkinde boğulabilseydim. olmadı. ardımda özlenecek hiçbir şey kalmadı, bu yüzden beni derin hatırlayın. dilediğim gibi gözyaşlarında kaybolmuş ve bir denizin derinliklerine hapsolmuş bir kadın olarak.

ö.ö.


27.01.2015