Salı, Aralık 16, 2014

902041022171

sen hiç egeli oldun mu?
çünkü ben oldum bir kere
üzerine zeytinyağı döksen azıcık
her şey güzelleşir, insan bile
kaseye zeytinyağı koydum kekik serpip üzerine
ekmeğimi banacaktım içine
ekmeğimi küf almış
bu mantarlar hiç bilir mi bir ekmek kaç para?
ekmeğin de küfe meyli varmış demek
tahminimce sevişiyorlar karşılıklı
oysa saçın düşse toprağa bizim oralarda
günebakanlar açardı bahçemde
burada balkonumda
bir nane bile açmadı gözünü
kanserin ömrü kaç yıldır?
buzdolabına koysam kalbimi
dondurur mu aşk acısını
hastaydı benim gözüm
19 yıldır götürüyorum kemoterapiye
bir kedim var bir de terliğim
aklım almıyor nasıl biter çayın altındaki su
belli su döngüsüne katıldı gözyaşım
tahminimce yakında yağacak yağmuru
oysa ellerim güzeldi
hem mantarları affetmeyeceğim
ekmeğimi çaldılar diye
tanrı kodladıysa onları yine de yanacaklar mı cehennemde?
benim bilerek yaptığım tek kötülük
6 yaşında bir karınca yuvasına basmaktı
tanrı bana öğretmediyse yapmamamı
kendisi de yanacak mı cehenneminde?
içimde bir söz vardı
soğuktan belki üşütmüş sanırım çıkmıyor sesi
oysa demiştim, içine atlet giymesini
kenardan git ve çabuk dön de demiştim
gidenler dönmüyorlar
kırmızı balonum vardı uçanlardan
ben küçükken kaçırdım onu elimden
annem döner demişti, dönmedi
öğrenmem lazımdı, henüz çocukken dönmediklerini
üzerine biraz zeytinyağı dökeceğim
belki omletine göz yaparım
mümkünse yeşil olsun
sevmem siyah olan zeytini.

ö.

Cumartesi, Aralık 13, 2014

131214

Sahibi belirsiz bir mezar buldum bu sabah, 
Şehri susturdu bulut. 
Yalnız kaldık.

Hiç güneşi tatmamış, hiç sarılmamış
Belki, -umut ederim ki- hiç sevilmemiş
Sarışın yahut kumral, bir kız çocuğu
Ben anlattım, söyledim o sustu
Hiç yaşamamış ama elleri varmış
Derdi yoktu, o yüzden susmuş
Zaten ölü kızların  
Gözyaşı da yokmuş

Adı olmayan bir kıza rastladım bu gün
-ne yazık- hiç sevilmemiş
Sarışın, yahut kumral bir kız çocuğu
Çok yaşamış, kalbi yokmuş
Göz pınarları, kuruyalı çok olmuş.

ö.ö.

Pazartesi, Aralık 08, 2014

41022106

Hayattaki başarısızlıklarından,
mutsuzluklarından kaçmayan
ve yalansız yaşayan tek bir adam gösterin bana.
Güneşe sesleneceğim
ve yekovana.
Güneş batıdan doğacak
ve yelkovan pervane olmayacak bir daha
akrebin etrafında.

Bana hayatında bir kez
yürekten ve hatasız sevmiş bir adam gösterin,
ateşe ellerimi sokacağım
kalemimi kırıp atacağım.
Tek bir adam,
sözleriyle seven ve kalbiyle sevişen.
Yalansız, korkusuz,
olduğu gibi çırılçıplak duracak karşımda.

Yanan her acının külü ardında bir borç bırakıyor.
Asla ödenemeyecek bir minnet borcu.
Tanrıya inandırıyor ve
''iyi ki'' dedirtiyor.
''İyi ki beni aldın ondan,
gördüm ve göreceğim.
Büyüyeceğim.
Tanrım acıların en güzelleri bunlar,
öğret bana daha çok yalanı
ve daha çok kötülüğü.''

Geçmişinin sevgisizliğini kendine zırh edinip kuşanmış,
parlak ve içi boş bir asker.
Ellerinde kan ve kir,
içinde telafisi olmayan derin kuyu
doldurmaya çalışıyor çok belli.
Yalnız öleceksin çocuk.
Yapayalnız.

Ben sevdaya dair tüm sınavlarımı verdim,
alnım ak ve vicdanım rahat.
Mutluluğun için kendimden son bir parça bıraktım sana.
Mutlu olmayı beceremezsen,
hakkım sende kalsın.
Benden bu kadar.
Bende bittin.
Hoş kal sevgilim.

Salı, Kasım 25, 2014

30114120

Yazmazsam delirecektim, ben de yazdım

Şu son üç ay içinde -ki yoğunlukla son bir ayında- her sabah yatağımdan acı içinde kalktım. saç diplerimden tırnaklarıma kadar canım yanıyordu. İlk zamanlar basit bir mevsim gribi diyip geçiştirdiğim şeyin, üzüntüye verdiğim fiziksel tepki olduğunu anlamam birkaç haftamı aldı. İnsanın kalbi ağrır mı? Benim ağrıyor. Nefes alıp vermek bir refleksten çok ihtiyaç olmaya başladı, sık sık nefes alamıyorum diye pencerelere koşmam bu yüzden. Ne zaman canım daha fazla yanmaz desem, tanrı bana gülüyor ve hep daha fazlasını hissedebileceğimi gösteriyor. Mükemmel bir kontrol yöntemi değil mi?

Her sabah bu gün dünden farklı olacak diyorum, hayatımda inanılmaz radikal kararlar alıyorum. Her şey değişiyor ben değişiyorum, büyüyorum, olgunlaşıyorum ve hayatımın geri kalan güzel günlerine açıyorum kendimi dediğim ne çok sabah geçti. Hiçbir şey değişmedi. Ne içimdeki acılar tükeniyor, ne kırgınlıklar tamir oluyor ne de öfke sönüyor.

İnsan içine çıkmaktan hoşlanmıyorum; midem kasılıyor, gözlerim yaşarıyor ve kusmak istiyorum. Bu çocukluğumdan beri böyleydi; sınav sabahları, ödevimi yapmadığım geceler, sevmediğim oyunlar. Hep midemi bulandırırdı. Şimdi insanlar midemi bulandırıyor. Bunun hastalıklı bir fikir olduğunun elbet ben de farkındayım ama asıl doğru olanın bu olmadığını kim söylemiş? İnsanların yüzlerine baktığımda tek görebildiğim maskeler. Maskeler ve yalanlar. Bir zamanlar maskelerden korkan bir adam tanımıştım, hayatımda gördüğüm en muazzam maskeyi taşıyormuş yüzünde, gözlerini gördüğümde anladım.

Yalan söylemenin bu kadar basit bir eylem olabileceğine kim inanırdı. Asla tutulmayacak sözler vermenin, yalanlar söylemenin, inanmadan seni seviyorum demenin bu kadar kolay ve inandırıcı olabileceğini bilseydim eğer; insanlar için yapmış olduğum çoğu şeyi yapmazdım. Belki o zaman, bu denli acı çekiyor da olmazdım.

Bana sormadan hayatıma girip, içimde asla yıkılmaz dediğim tüm duvarları yıkıp, kendime verdiğim tüm sözleri buruşturup atmamı sağlıyorsun. Sonra dünyamı ve beni sana dair şeylerle dolduruyorsun. Kahveyi çayı nasıl içtiğinle mesela. Şanslı rakamınla ya da 7 yaşında aldığın hediyeyle. En kötü ve en gizli anılarınla, hikayenle, gazetede en sevdiğin sayfayla. Duvarlarımı yıkmayı başardığın an da, yıllarca içimde en derine ittiğim en çok gizlediğim zayıf noktamdan vuruyorsun beni. Beni en çok acıtacak yerden. Lanet olsun. Aynı cümlelerle, birebir. Beni 7 yaşıma, beni 11 yaşıma, beni 15 yaşıma döndürüyorsun. Ve hiç acı çekmiyorsun. Çekmiyorsunuz. Herkes yoluna devam ederken ben geçmişe çakılıp kalıyorum ve her sabah her gece her saniye acı içinde isimlerinizi anıyorum.

Tanrıya inanıyorum çünkü eğer inanmıyor olsaydım, tüm bunların bir karşılık bulmayacağı fikriyle hayatta kalamazdım. Kinci bir insanım evet ve bu beni kötü biri yapıyor. İnan bana denedim. İçimdeki tüm kötü duygulardan arınmayı, geçmişle hesaplaşmayı, affeden biri olmayı inan bana, gerçekten denedim. Sonunda ne oldu tahmin et, affettiğim herkes tekrar karşıma çıktı, hepsiyle kapatılmamış defterleri kapatmayı umdum. Geçmişi unutup devam ettim ve ta ta mutlu son; hatırladığım her anı tekrar tekrar yaşandı gözümün önünde. ölmek buysa eğer, evet; hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. aynı değersizlik, aynı umursamazlık, aynı tavırlar aynı pis yalancı gülüşler, çıkarcı sözler, aldatmacalar. Ben 20 yaşında bile değilim, bunları yazıyor olmamalıydım. İçim bu denli dolu olmamalıydı, bu kadar yorulmuş ve bıkmış; bu kadar öfkeyle dolu olmamalıydım. Hayatım boyunca bir kez yalan söyledim, hepinizi affettiğimi söyleyerek. Ben affetmem. Umarım yaşayabileceğiniz en güzel günleri ve en mutlu hayatı yaşarsınız. İstisnasız hepiniz. Sevdiklerinizle ve asla kırılmadan, asla aldatılmadan, asla zorlanmadan. Ama ben affetmeyeceğim, günahlarınızı kabul etmiyorum, üzerimdeki tüm yük artık sizin omuzlarınızda.

 Ben kedi, 19 yaşındayım, hayatım boyunca mutlu olduğumu söyledim ve istisnasız bir gece bile ağlamadan uyumadım. İnsanlara güvenmem, insanları sevmem, insanlara kendimi anlatmam, insanlar pis ve yalancı ama en çok ''en iyi, en saf, en temiz, en doğru'' görülenleri. Ben kedi ve sizi asla affetmiyorum.

-ö.


Cumartesi, Kasım 15, 2014

1511

Nereye gidersen git düşüncelerinden, mutsuzluklarından, anılarından kaçamazsın derler, oysa ben anılarımı ve insanları şehirlere hapsediyorum. Eşyalarımı toplamaya başladığım an parça parça kendimi de topluyorum. O şehre ait hiçbir şeyi koymuyorum çantama. Hiçbir şehre ait olmasam da, durup dinleneceğim bir han gibi tutunduğum şehrin raflarına bırakıyorum yollardan topladığım sesleri. Yolculuğum, yeni bir şehri arzuladığım an başlıyor. İnsan kalabalığına ve gözyaşlarına çarparak otogarlara koşuyorum. Beni ilk çağıran şehrin otobüsüne biniyorum sonra. Başımı cama yaslayıp içimde hiç durmayan o şarkının sesini açıyorum, kulaklarımı sağır eden ses, gözlerimi kapatırken; ruhumu açıyor. Gideceğim bilinmeyenin heyecanı, yolda olmanın huzruna yenik düşüyor her defasında. İneceğim ana dek, tanrıya yol bitmesin diye yakarıyorum. Yine de ne zaman değse saç telimden serçe parmağıma dek hiç tanımadığım o şehrin kokusu; yeni yüzlere, seslere ve sokaklara açıyorum göğsümü. Hiç bilmediğim bir şehrin sokaklarını yepyeni bir dünya keşfeder gibi içime çekiyorum. Acıları, aldatmaları, ölümleri tozuna hapsetmiş her köşe başı, benim gözümde okunmayı arzulayan bakir bir şiir oluyor. Sevgiliye dokunurcasına okşuyorum şehri, öper gibi sessiz kokluyorum. Bir koldan öbürüne koşan arsız bir sevgili gibi, gittiğim şehre aşık olup, gün ağarken sessiz, terk ediyorum. Asla ait ve sahip olmuyorum. Şimdi şu cam kenarında, bir şehre daha veda busemi verdim. Kendimi bulmaya ve yeniden aşık olmaya gidiyorum. Şehirler bana yetmiyor; ben yollara aidim.

ö.ö.

ankara -13

-git artık, dedi güzel adam
+gidiyorum dedi, kadın
Bakıştılar, sustu Ankara
-hoşçakal güzel adam, dedi kadın

41021151

tut ki boğazımda büyüdü şimdi hasretin, şiirler yazar bırakırım kıyılarına elbet takılır denize yazılmış şiirler, bir balıkçının ağına

ö.

Perşembe, Eylül 04, 2014

11

gece uzuyor, büyüyor, ağırlaşıyor, belki milyonuncu kez eternal sunshine of the spotless mind'ı izliyorum, 

fonda müzik, üstümde ay, masamda tüten duman, kupamda kahve. 

ruhum sancıyor.
insanları cezalandırmak için zihnimde tek bir kare kalana kadar onları unutuyorum. bana en çok acı veren anıyı, küçültüp saklıyorum, belki kendimce değiştiriyorum. asla emin olamayacağım. çünkü günlüklerim bile yalan doludur. inanmak istediğin şeyleri ne kadar sık kendine tekrarlarsan,  o kadar kolay inanırsın çünkü.
seni unutmamı nasıl önleyeceğim, sesini, kokusunu, gülüşünü. bir daha göremeyeceğini bilmek ne acı. aklımda kalan son anı gözünden bir damla yaş silişin.
terk ediş, gidiş, ölüm. ne korkunç şeyler.
ben seni yanıbaşımda özlerken.
öleceksin dediğim gün bana inanmalıydın.
ruhum sancıyor
bunu anlatabilecek başka bir kelime yok
boğazıma yumrular takılıyor, gözlerime yaşlar iniyor, ciğerlerim suyla doluyor.
sensiz bir zamanı reddediyorum.

KORKAK
hayat ne garip, bir film izliyorsun, saçını boyuyorsun, bir sigara yakıyorsun, serçe parmağını kesip aya bakıyorsun. ay gözüme, ay göğsüme iniyor. ciğerime yıldız sönüyor.
dün nefes aldım
bu gün veriyorum

bir  böcek gördüm, korkmadım
sanırım kusacağım.
güneş rengi bir kupam var, ondan nefret ediyorum, renkli, parlak, neşeli. iğrenç.
hırka mevsimini severim kuru yaprakları ezebilirim. en gitmeli ay. en vedalı ay. en sensiz ay. gözüme ay düşüyor.
uyuyacağım





x

Çarşamba, Ağustos 06, 2014

11026

10.06.2014 saat 14.11
Az önce balığa benzeyen bir bulut gördüm
Balık bir palyaçoya ardından korkunç bir bebeğe dönüştü
gözlerimi kapamadan hemen önce düşünceli bir yüz gördüğümü sandım
Yaşlı, çizgili ve gözleriyle ruhumu okuyan düşünceli bir adam.
Şimdi eve gidiyorum uyuyacağım
2 günü geçen uykusuzluk ve huzursuzluk insanı dipsiz ve ürkütücü fikirlere sürükleyebiliyor

47290

Elinden çıkma bir şiir borcun var "sevgi"li
Elinin değdiği sayfalarca
Yüreğime dokunacak cümlelere borcun var.
Senden bir deniz dolusu sözü sığdıracak
Bir gözyaşı alacağım var.

141103

İkimize şiirden bir dünya yaratıp kelimelerce sevişirdik sıcak ağustos gecelerince, gün doğuncaya kadar anardık sevda sözlerini. Şimdi o şiirlerin güzel kadınları ve adamları, nasıl kıskanırlar bizi. Sen yarattığım en güzel adam, sen yazdığım en güzel bitmemiş hikayem. Sen sıcak kalbince bilinmeyen en büyük hazinem. Ne güzel zamanlar çizerdik tavanı yıldızlarla dolu tozlu ve huzurlu gök kubbemize. Ne güzel sen ve ben ve biz olurduk. Geçmişe dönebilsek şimdi neyi farklı yapardık, hangi virgül atlanırdı hangi nokta; kim bilir? Ne şair ruhlu zamanlardı o son yaz. Ne güzel noktalar bırakırdık ardımızda şehirler ve şiirler dolusu. Sevişirdik sen ve ben ve biz olana dek. O son yazın son baharına dek. Ardımızda üç küçük nokta bırakıp ne güzel bittik şimdi şiirden iki farklı şehrin daracık sokaklarında. Bizden ayrı, sen ve ben.

67748

İşte şimdi yine o her tonunu ezbere bildiğim gün doğumunu izliyorum kendi şehrimden. Sokağındaki her ayak sesi, göğündeki her ton sanki zihnime tanrının elleriyle çizilmiş canlı bir tablo. Hiçbir şey daha çok yoramaz beni bu şehre duyduğum öfke ve sevgi kadar. Nereye gidersem gideyim, ne kadar uzak olursa olsun gittiğim yol yine nuraya döneceğimi biliyorum. Ait olduğum güneş ve ay bu şehrin semalarında çünkü. Adımdan yaşımdan dilimden ve dinimden emin değilim. Ama ait olduğum yerden her zaman eminim. Tüm çocukluğum ve gençliğim bu şehrin sokaklarına sinmiş anılardan oluşuyorken nasıl buraya ait olmam ki zaten. Gün doğumunda saklı bir güzellik var bu şehirde, sabah ayazında, gün doğumunda. Sanki sihirli bir ton var kumru seslerinde. Ne zaman bu saatlerde camımı aralasam odama dolan pembe mor mavi tonları, iyot kokuları, kış rüzgarının taşıdığı pirina aroması, uykusuz kedisi, çok sesli horozu, tek tük araba sesi ve komşu evlerden hiç eksik olmayan çocuk ağlamalarıyla öylesine tanıdık öylesine yabancı ki. Kavuniçi kupama koyduğum kahvemle iyi kötü tüm anılarım sanki git gide yaklaşan sabahın kovaladığı kabuslar gibi. Bu saatleri dinlemeyi, bu saatleri yazmayı ve bu saatleri yaşamayı seviyorum. Sarı güneş tenime dokunup tüm sihri yokedene dek hissettiğim tüm güzel şeyleri. Tanrım bana bu şehirde kalacak ve bu şehirden gidecek gücü ver. Sevdiğim ve sahip olduğum her şeyi kaybetmeden önce.

15337

Yağmurla yıkanmış bir gecenin mavi sabahına uyanmak seninle
Havada henüz taze toprak kokusu
Deniz hırçınlığını kıyıda bırakmış yorgun bir çocuk
Hafiften poyraz açıyor yüzünü, dallarda bir sonbahar şarkısı
Tanrı tarafından yalnız saatlere saklanmış bir hediye bu sabahlar
Seninle izlemek bu cenneti dağılmış saçlar ve yanağımda yastık izi;
Göz pınarlarında kumlar ve o sevdiğim masum çocuk bakışınla
Öyle çok fazla şeye ihtiyacım yok mutluluk için
Huzurlu bir günaydın, yağmur sonrası gün doğumu
Egede bir kıyı kasabasında seni öpmemden hemen önce
Tenime değen iyot kokusu. Sen, ben.

6628569

çünkü hayat bir fincan kahve kokusu

Perşembe, Temmuz 24, 2014

.

yaşlar çekilmiyor kirpiklerimin kıyılarından

ne çok sen vardı

baharlarımız vardı mesela hiç solmayan papatyalardan yapılmış. henüz havada kar tanelerimiz vardı. sırılsıklam ıslanırken istanbulda, gecenin bir yarısı hiç dinmeyen kahkahalarımız vardı. kadıköyde sevilmiş kedilerimiz istiklalde buluşmuş ellerimiz; vapurda rüzgarlarımız boğazda gözyaşımız vardı. hiç susmayacak bir şarkımız, bitmeyecek bir hikayemiz vardı. kaldıramayacağım gidişlerin ve belirsin dönüşlerin vardı. bana uzakları yakın eden o sesin vardı. güneşi soluk mevsimi bahar yapan gülüşlerin. bende ne çok sen vardı. nefes nefes içime dolan ne çok sen! şimdi sen gideceksin. oysa ne çok gidilmemiş yollarımız, yazılmamış yol şarkılarımız var. şimdi sen gideceksin mesela ve yağmurlar duracak şarkılar susacak baharlar solacak istanbul ağlayacak ve ben, ben sensiz. ne sonsuz huzurum vardı dört duvar yüreğinde ne sonsuz sevgim ne sonsuz sen. ne çok sen.

Perşembe, Mayıs 22, 2014

Veda

Seninle bir ömrü yaşadım sevgili
Sen görmeden, duymadan
Senli hayatımda yaşayabileceğimden
Kat kat fazlasını sığdırdım elini tuttuğum o birkaç dakikaya
Sen henüz uyurken.
Hiç dinleyemeyeceğin bir hikayemiz var artık seninle
Ömrümün ceviz sandığında saklayacağım hikayemiz.
Elinde nefesimi hissettin mi bilmiyorum,
Sanırım cevabını asla öğrenemeyeceğim.
Yine de sana son veda busemi verdim
Ne zaman elin yüzüne gitse
Ne zaman elin göğsüne değse
Seni bir değil milyonlarca kez öpmüş olacağım
Busemi başka ellerde harcama sevgilim
Seni özleyeceğim
Senli hayatımın son demindeyim
Senli hikayeminse ön sözü
Sonu belli, hala seni seviyorum.

ö.ö.

Pazar, Mayıs 04, 2014

2-

Yapmamam gereken bir şey yaptığımı biliyordum yine de kendime engel olamamıştım. Ahşap masanın üzerinde açık duran defterin sayfaları beni çekiyordu. Garip olan, o sayfalarda ne  yazdığından çok nasıl yazıldığını merak ediyor olmamdı. Tanıdığımı sandığım, beraber saatlerimi ve günlerimi geçirdiğim bir insanı aslında hiç tanımadığımı fark etmenin etkisiyle biraz şaşkın, çokça heyecanlıydım. Çünkü eğer o sayfaları okursam onun ruhunu görebileceğime emindim. Bu yanlıştı evet ama beni engellemeyecekti. Nitekim öyle de oldu, açık olan sayfayı bir nefeste okudum. Tanrım! Bu kadar iyi yazabildiğini keşfetmem bir yana okuduklarım bana zevk vermişti. Betimlemelerin tanımlamaların netliğinin yanında kendini bu kadar iyi tanıyıp duygularını böyle net ifade edebilmesi kıskançlık uyandırıcıydı. Bir insanı kendi cümlelerinden tanımak, tanıdığını sandığın insanı bir anda kafanda oturttuğun yerden çok farklı noktlara taşıyabiliyordu.
Okuduğum, bir günlüğün sayfalarından çok; sürükleyici bir romanın rastgele açılmış sayfası gibiydi. Hiç tanımadığın birinin kafasının içinde olmak gibi, onun hakkında tüm bildiklerini yıkıp seni bambaşka bir pencereye taşıyordu. Yaşadığım şaşkınlığın etkisiyle ürperdim ve nefes almak için pencereye yaklaştım. Pencereyi sonuna kadar açıp geceyi soludum. Şaşkınlığı bir kenara koyarsak yaptığım şeyin utancıyla ürperdim. Telafisi olmayacak ve bana karşı hissettiği güveni yıkacak türden bir şey yapmıştım. Kötü yanı, bundan pişman değildim.
Her şey bir yana yazmanın ve okumanın verdiği zevki yeniden tatmıştım. Yazmanın benim için ne anlama geldiğini, okurken yazanın  aldığı zevki hissedip daha bir hevesle sayfalara sarılmanın ne demek olduğunu unutmuşum. İşte tam şu anda bunları yazıyor olmamın sebebi de bu.

ö.ö.
.   .   .   .   .   .   .                                                             
Bir insanı hiç görmeden, ona dokunmadan, kokusunu almadan sadece bıraktığı satırları tadarak onu sevebilirsin. Bunun dünyanın en güzel ve en özel duygusu olduğuna eminim. Aynı zamanda bir insanı satırlarından tanıyorsan onu gerçekte asla tanımaman görmemen gerektiğini de biliyorum. Çünkü hikayelerin, şiirlerin ve anıların bir büyüsü vardır. Onları okuduğunda yazanın günlük duruşunu bilmez, saf ruhunu görürsün. Bu öyle büyülü bir tattır ki, gerçek olan hiçbir şey aynı hissi yaşatmaz. Bu yüzdendir, gün ışığında çok sevdiğin o şairle tanıştığın an satırlarından yarattığın kişiyle ete kemiğe bürünmüş kişinin birbirine uymaması. Bu yüzdendir satırlarına aşık olduğum hiçbir adamın yüzünü görmek istemeyişlerim. Diyeceğim o ki; satırlarımı sev, saçımın rengini bilmeden. Şiirlerime dokun gözlerimi görmeden. Ve ellerime dokun kalemimin geçtiği sayfalardan. Çünkü sevgi en güzel satırlara yakışır.


ö.ö.

Cuma, Nisan 04, 2014

.

Ölüm kokuyor gözlerin sevgilim, hangi aşkın gölgesi var sesinde. Yakıp yıktığın kaç şehrin tozu toprağı bu ellerindeki. Kaç yitik beden geçti kaç hayat yaşadın bu ayın altında. Adın, yaşın, şehrin kimde gizli sevgilim. Ellerini uzat tutacağıma söz veremem ama bil tutabilmek için canımdan vazgeçeceğim. Gözlerinde acılar gözlerimde yaşlar söyle kaç gece daha sürecek bu kar.

Cumartesi, Şubat 15, 2014

Şubat

yüreğime değiyor yüreğime kardan buzdan eller, yüreğimde kar kış yüreğimde bir kardan adam

ö.ö.

Yüreğim üşüyor şimdilerde

Kahveni ve çayını nasıl içtiğini, uğurlu rakamını ve gazatede en sevdiğin sayfanın hangisi olduğunu biliyorum. Hangi gazeteyi okumayı neden sevdiğini de biliyorum mesela. Hayallerini, isteklerini yapmayı dilediğin ne varsa, cümlelerince anlattıklarınca biliyorum. Yatağın ne tarafında uyuduğunu günde kaç bardak su içtiğini mesela, ezberlemişim birer birer hiç farketmeden. Dinlediğin şarkıları izlediğin filmleri her birini yazıyorum bir köşeye seni taşıyan her parça gibi koyuyorum kenara saklıyorum hikayeni. Ellerinin her çizgisini yüzünün her noktasını ezberledim.Kalbinin atışını, boynunun kokusunu. Hikayeni biliyorum, seni ben gibi çok ve ben gibi hiç biliyorum. Denize dalar gibi heyecanlı tutkulu sana dalıyorum. Güne uyanır gibi neşeli huzurlu sana açıyorum göğsümü. Yalınayak yürüyorum yüreğim çırılçıplak korkmuyorum ıslanmaktan dipsiz sırlarında. Kayboldukça sana, durdukça sana hep sana yine sana. Bir rüzgar gülünde bir sonbahar gününde. Seni unutmak istedikçe sana uyanıyorum. Senden gitmek istedikçe yine şekersiz içtiğin çaya koşuyorum. Bildikçe unutup, korktukça seviyorum. Yüreğim üşüyor şimdilerde, korkarım üşüyeceğim. Şarkıları sustur lambaları yak yine sana döneceğim.

ö.ö.

Salı, Şubat 11, 2014

1-

Odanın kapısı açılır açılmaz keskin, rutubetli hava yüzüne çarptı, sanki yıllardır bu kapı açılmamış gibiydi. Yüzünü ekşitti ve başını kaldırdı. Duvarlarının rengi bakımsızlıktan ve kirden griyi andırıyordu. Kaç yıl olduğunu merak etti, ama sormadı. Cama vuran ağaç dallarının sesinden başka, odada çıt çıkmıyordu. Dışarıda insanın içini donduran bir fırtına vardı. Rüzgar binanın hemen önündeki ağacı sanki yerinden sökecekmiş gibi sallıyordu. Odanın içine doğru bir adım attı ahşap zemin acı çeker gibi inledi. Odanın ortasında tozlu halının üzerinde bir adam duruyordu. Uzun boylu ve ince yapılıydı. Kemikli bir yüzü olduğunu düşündü adamın; sivri ve keskin hatlar. Gergin görünüyordu, çenesi kasılmıştı. Henüz genç diye düşündü, kendine iyi bakmadığı belliydi belki de fazla yük taşıyordu ruhunda. Sır ve acı taşımanın karşılığı hayatından yıl vermekti. Bunu iyi biliyordu. Giysisi eski ama temizdi. Ayakkabıları cilalı, saçı taranmıştı. Yüzünde bir yara izi vardı belli belirsiz. Sokağın penceresinden giren gri ışıkta görünen. Birkaç adım yaklaştı adama, buradan duvarın asıl renginin sarı olduğunu görebiliyordu. Ne komik diye düşündü. Böylesine korkunç anılarla dolu bir oda için fazla neşeli bir renk. Dudağının kenarı seğirdi, gülecek gibi oldu. Gülmedi. Tekrar donuk gözlerle odanın ortasında kıpırtısız duran adama baktı.

Pazartesi, Şubat 03, 2014

.

-git artık, dedi güzel adam
+gidiyorum dedi, kadın
Bakıştılar, sustu Ankara
+hoşçakal güzel adam, dedi kadın sevmezdi ayrı yazılan kelimeleri ondandır hızlı konuşmaları
-hoşça kal güzel kadın, dedi adam
Hava soğuktu

ö.ö.

Veda

akrep veda vaktinde, yelkovan şimdi seni selamlar ankara

Pazar, Şubat 02, 2014

Ankara şiiri

Benimle şiirden bir şehrin sokağına hapsoldu güzelliğin
Seninle ilk yürüdüğüm sokağın yüzüdür bugün gözün
Artık hiç esmeyen bir rüzgarın yağmuru değilsin
Kirpiğime yağan huzur oldu şimdi kokun
Şehrinin kapısını çalacağım, yüreğine al ellerimi
Dışarısı ayaz, soğuk.
Ankara yine sert, yorgun
Yıldızlar ve ağaçlar
Şimdi sanki hiç doğmayacak bir günün gecesisin
Sen bildiğim en uzun sokaklarca güzel adam
Dilimde bitmeyen en uzun şiirim
Ciğerime dolan en dolu nefesimsin

ö.ö. 

Ankara'ya bir şiir borcum vardı, ödenmiş kabul et Ankara bu gece koynunda uyuyacağım

Pazar, Ocak 26, 2014

Huyumdur, sevmem yaşamayı

Günün en sevdiğim saatleri bunlar.
Sessiz, huzurlu.
Karpuz kesip peynirle yer gibi bir yaz günü, egede.
Öylesine hafif öylesine samimi.
En çok da bu saatlerde anarım ya seni.
Sen gibi hafif sen gibi yok.
Sorma şimdi nasıl anarsın beni diye.
Hoş olmaz söyleyeceklerim sen boşver.
Zaten aldırmazsın, biliyorum.
Ne zaman ciddiye aldın ki senle beni.
Güneş değiyor yanaklarıma kirpiğinin ucundan, düşüreceksin gururunu aman dik dur.
Yapma, dokunma, konuşma.
Kuralların yasakların sınırların.
Fazla ciddiye alıyorsun yaşamayı, fazla!
Hep söylerdim sana hiç aldırmazdın, yine aldırma bana.
Sesler çoğalıyor, rekler çoğalıyor.
Gürültü karmaşa.
En sevdiğin saatler yaklaşıyor işte.
Belki bu yüzdendi sen giderken ardında kalışlarım.
Saatlerimiz uyuşmadı, ben hep geç kaldım saatlere sen 5 hayat ileri.
Huyumdur, sevmem yaşamayı.

ö.ö.


Eksik

Gözlerinin berraklığında bir gemi uyur geceleri, güne hasret güneşe sevdalı.
Oysa sen hep karanlıklarda açarsın gözlerini, karanlıklarda uzanıp bulursun ellerimi.
Bundandır yüreğime dokunuşu şu süt liman denizlerin.
Yüreğinde binlerce onbinlerce kanat var uçmayı arzulayan, ellerinde yüzbinlerce arzu.
Suç mudur geceleri sevmek?
Suç mudur günebakanın güneş hasreti gibi yanan, sen hasretim?
Eksik diyordum bir şeyler eksik, uzun çok uzun zamanlarca eksik.
Evim gibi yüreğim gibi fincandaki kahvem gibi eksik.
Gözünden gözüme değen; huzur, şiir.
Bir'sen eksik.
Aç gözlerini, karanlıklar geliyor.

ö.ö.

Yol

Yollar büyüyor, evler yükseliyor.
Güneşe gidiyorum, sanki tüm renkler değişiyor.
İnsanlar küçülürken gölgeler büyüyor, yalanlar artarken zamanlar daralıyor.
Bir şehrin tam kalbine adımı yaşımı amacımı bilmeden yürüyorum.
Ne tanıdık bir yüz ne sıcak bir el var şimdi.
Soğuğa karanlığa gidiyorum güzel olan her şey ardımda şimdi.
Güzel bir şehir var, asla sahip olamadığım.
Ve en sevdiğim kedim, asla boynu okşanmamış.
Uzakta bir şehirde kaybettiğim, hiç bulmadığım günler boyunca.
Güneşe gidiyorum sanki tüm renkler değişiyor

ö.ö.

Perşembe, Ocak 09, 2014

yüreğime kuşlar konuyor

Gözlerimi kapatıyorum. Henüz kapının eşiğinden ilk adımımı atarken başlıyor evin huzuru beni kucaklamaya. Adımlarım ahşap parkeleri geçerken burnuma belli belirsiz yasemin kokuları doluyor. Evde hiç durmayan bir melodi var, zaman kavramımı yitirebilirim orada, sonsuzluğun başından beri akan bir su bu evdeki huzur. Gözlerimi duvarlardaki Galata manzaralı resimlerden ayırdığımda karşı duvarı boydan boya kaplayan o geniş pencerenin ardında uzanan deniz manzarasını görüyorum, kapı Ocak ayına kafa tutarcasına hafif aralık, tül perdeler hareketli. Camların ardında ufak bir balkon, balkonda yuvarlak bir masa var. Evin kalabalıkları ağırlamaya niyeti olmadığı balkondaki iki tek sandalyeden belli. Üzerinde ince bardaklar içinde taze demlenmiş çay ve dumanı tüten sıcacık simitlerin olduğu bir pazar kahvaltısı canlanıyor gözümde. Mutluluğun adını kahvaltı koymuşlar diyorum içimden. Gözlerimi balkondan ayırabilirsem eğer salondaki krem rengi ikili koltuğu, dağınık bırakılmış renkli yastıkları ve bir ucu aşağı sarkan kareli battaniyeyi görebilirim. Koltuğun sağ yanında üzerine yayılıp oturma isteği yaratan kocaman minderler sol tarafında titrek ışıklı kalın gövdeli mumlar var. Odanın geri kalanı hayli boş, ama bu boş oluş rahatsız etmiyor insanı aksine huzur veriyor; köşede duran eski tip müzik aleti ve yere gelişigüzel bırakılmış krem, bordo, kahverengi minderlerden başka pek eşya yok odada. Ortada küçük bir halı var. Üzerinde yalın ayak yürüme isteği uyandıran. Ahşap parkeleri incitmekten korkulmuş gibi özellikle küçük seçildiğini düşündürüyor insana. Duvarlarda şiirler ve resimler, fon; krem ve bordo. Evin huzurunu uyandırmaktan korkarcasına küçük adımlarla yaklaşıp minderlerden birine uzanırsam eğer mutluluğun ve huzurun başımı okşadığını hissedebilirim. İçimden yükselen derin arzuya rağmen geri geri yürüyerek çıkıyorum odadan bir rüyaya uyanırcasına soğuk beyaz duvarlara açıyorum gözümü. Hayalin bittiği yerde insanın yüreğine kuşlar iniyor.

-geleceğe dair en belirgin en büyük planı o iki sandalyeli yuvarlak masasında taze demlenmiş çay ve dumanı üstünde sıcak simitlerle pazar kahvaltısı yapmak olan bir kızın en büyük hayalini okudunuz. 
-teşekkürler hayat, yüreğime kuşlar konduruyorsun.

-ö.