Cumartesi, Ağustos 20, 2011

Kedi

Islık çalmayı öğrenmeden
Yavru bir kedi beslemeden
Bir sincaba dokunmadan ölmeyeceğim.
Hemen şimdi, şu dakika
Nefesimi tutmadan yüzeceğim
Ve yarın ve sonraki gün
Kumdan kaleleri yıkacak
Kumsalda en güzel kabukları toplayacağım.
Okyanusun sesini duymadan
Rüzgarda süzülmeden ölmeyeceğim.
Yedi kedi dans edecek
Yedi gün ve
Yedi gece
Yedi ay üzerinde.
Yedi ayın yedisinde
Yedi kedi gelecek
Geçmişimi yiyecek
Yedi gün yedi geceye erdiğinde
Yedi son kez atınca kalp
Okyanusun sesini
Islığın zevkini
Sincabın neşesini tadınca
Duracak kalp
Yedi kedi dans ederken ve
Yedi ayın üzerinde yürürken yedi kedi.
İki dünya, tek rüya
Ve yedi kedi
Dört ayak.
ö.ö.

Ben, biz

Benim inandığıma inanmıyorsan eğer
Sen en büyük düşmanımsın!
Eğer benim dinlediğim güzel değilse sana
Sözünü, sesini duymayacağım asla!
Benim sevdiğim resimleri sevmeli
Benim yaptıklarımı yapmalısın!
Benim gibi düşünmeli, öyle giyinmelisin!
Eğer benim gibi değilsen
Yanılmışsın, hakkın yok senin yaşamaya!
Ya sana zulmetmeli ya da seni dışlamalıyım
En acımasız sözler ve gözlerle!
Tüm dünya ben olmalı
Her yüz ben.
Milyonlarca ben!
Bir ayna gibi yansıtmalısınız her biriniz beni.
Çünkü benim gibi değilseniz
Asla doğru değilsinizdir!
Yeni bir şey öğrenmeyeceğiz asla
Yeni bir şey görmeyeceğiz.
Yeni bir fikri duymayacağız
Çünkü biz; hem kör hem de sağırız!
Bizim gibi düşünmeyenler,
İnanmayanlar, giyinmeyenler ve olmayanlar
Hep yaptığımız gibi
Dışlanmalı ya da zorlanmalı.
Çünkü biz; hem kör hem de sağırız!
ö.ö.

Cuma, Ağustos 12, 2011

Aldatmak

Gün doğarken tutma ellerimi
Bir güneşimi,
Bir de şiirlerimi aldatmam ben.
ö.ö.

Perşembe, Ağustos 11, 2011

00.05


Nefes nefese kalmıştı, durmadan koşuyordu. Yapması gereken bir şey vardı hissediyordu asla yapamayacağını bildiği halde yapması gerekiyordu. Ellerinde bir fille, ip üzerinde yürümek gibi. Nasıl olduğunu bir türlü tarif edemediği his. Bir imkansızlık bir umutsuzluk derin bir batak ve karanlık. Birden rüyada olduğunu hissetti. Evet işte yine o rüyalardan birindeydi. Bir türlü kurtulamadığı şu rüyalar! Neredeyse kendini bildi bileli bunları görüyordu. Zaman zaman yok oluyorlardı. Bazen aylarca rüya görmediği oluyordu tam kurtuldum diye seviniyorken yeniden başlıyordu. Ama bu kez sanki farklıydı neredeyse her gece görüyordu. Bazen uyanıkken bile rüya görüyor gibi hissettiği olmuştu. Bu kadar sık görmesi hayra alamet değildi. Birden öfkelendi, neden rahat bırakmıyordu şu rüyalar onu bıkmıştı artık tek istediği herkes gibi olmaktı. Uyanması gerektiğini düşündü ama yapamadı.
Evet biraz farklıydı, herkes gibi değildi. Kimsenin inanmadığı şeylere inanır; gece aynalara bakmaz, parmağında bir yüzük olmadan evden çıkmaz saçlarına daima kırmızı bir kurdele bağlardı. Ama bu rüyalar onun için bile fazla garipti.
Belki bu kez rüyanın sonunu görebileceğini düşündü, ama tekrar tekrar aynı anlamsız şekilleri görüyordu. His kaybolmak bilmedi, sanki daha da ağırlaştı soluduğu hava katılaştı elle tutulur oldu ve ciğerlerini tıkadı nefes alamaz oldu boğuluyordu çırpınmaya başladı kalbi deli gibi atıyordu uyanmak istiyordu ama gözlerini açamadı. Gözlerini açtığında kendini rüyanın içinde buluvermekten, kurtulamamaktan korkuyordu. Ama daha fazla dayanamadı. Bir çığlıkla gözlerini açtı, yatakta doğruldu. İşte kurtulmuştu korktuğu olmamıştı rüya bir an öncede kalmıştı.
Ter içindeydi. Saçları yüzüne ve boynuna dolanmıştı, saat baktı saat 00.05’i gösteriyordu. Ayaklarını yatağından aşağı sarkıttı karanlıkta terliklerini aradı bulamadı. Yalın ayak kalktı yatağından soğuk taşlara basmak iyi gelmişti. Pencereye doğru yürüdü, camı açtı. Dışarıda ılık bir esinti vardı rüzgar saçlarına değince hafifçe ürperdi ama geri çekilmedi. Rüzgarın onu tanımasına izin verdi gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı ciğerlerine dolan havayı hissetti, sakinleşmesi için birkaç ağır dakikanın geçmesi gerekti. Sonra gözlerini araladı, şimdi daha iyi hissediyordu. Pencereyi aralık bırakarak yatağına doğru yürüdü ama oturmadı. Gözü masasının üzerine yığılı eşyalara takıldı; birkaç kitap, önceki geceden kalma boş bir kahve fincanı, yarısı yenmiş bir paket çikolata ve bir kutu kibrit.
Evet farklı şeylere inanırdı. Yatağının başucundaki ufak sehpanın üzerinde küçük siyah bir kutusu vardı. İçinde farklı renklerde iki tespih, ufak bir haç, birkaç renkli bilye bir nazar boncuğu ve yanmış kibritler vardı. Korktuğu zamanlarda onlara sığınırdı. Onlar yanındayken kendini daha güvende hissediyordu. Tabii bunu kimseye itiraf edemezdi. Anlamazlardı. O da anlamıyordu. Neden insanlar herkesin aynı şeyleri yapmasını, aynı şeylerden hoşlanmasını ve aynı şeylere inanmasını istiyorlardı ki? Kendilerinden olmayan herkes ve her şey yanlıştı ya onlara uyardın ya da dışlanırdın. Kural buydu ve o dışlananlardandı. Hoş şikayetçi değildi bu işine geliyordu böylece onu rahatsız etmiyorlardı o da yalnızlığının tadını çıkarabiliyordu. Birkaç yakın arkadaşı, pek hoşlanmadığı ama yine de vazgeçemediği kedisi, kitapları ve huzuruyla gayet mutluydu.
Yatağına oturmadan masasına yöneldi, çekmecelerden birini açarak karıştırmaya başladı içinde pek çok ıvır zıvır olan bu çekmeceyi düzenli tutmayı hiçbir zaman beceremezdi. Sonunda aradığını buldu, beyaz bir mum ve çakmak. Çekmeceyi bir zafer edasıyla kapatıp çakmağı çaktı ama mumu yakmadı. Onun yerine bir süre ateşe bakıp ne kadar sahte göründüğünü düşündü. Çakmağı masaya bırakıp kibritlere yöneldi. Onlar daha gerçekti. Sonunda mumu yakmayı başardığında gülümsedi, ayaklarını sürüyerek yatağa yaklaştı ve mumu sehpanın üzerine bıraktı. Ardından yatağına bağdaş kurarak oturdu.
Mumun sönmesiyle kendine geldi. Kim bilir kaç saattir aynı şekilde oturuyordu, çünkü güneş doğmaya başlamıştı. Oysa o kadar uzun zaman geçmiş gibi hissetmiyordu, garip. Bacakları uyuşmuştu, yatağından aşağı sarkıtıp salladı ayaklarını. Muma bakarken önceki geceyi düşünüyordu. Oysa kısa bir gece olmuştu, ama yine de mumun eriyip bitmesi için yeterli bir süreymiş diye düşündü dalgın dalgın mumdan kalanlara bakarken.
Güneş doğuyordu, gökyüzü mora boyanmıştı aslında içinin huzurla dolması gerekiyordu ama ağzında garip bir tat ve huzursuzluktan başka bir şey hissetmedi. Yine de ruh dedi, Tanrı her sabah bizleri ruhla sarmalıyor. Özümüze dönebilmemiz için, kendimiz olabilmemiz için. Biz her sabah henüz uyuyorken, üzerimizi örtüp sarmalıyordu huzur, şefkatli bir annenin çocuğunu koruması gibi. Güneş içindeki yangına ve kızıl ateşli öfkesine rağmen insanoğlunu seviyor olmalı diye düşündü, içinde hala garip bir huzursuzluk. O sırada gözü raftaki saate ilişti, şaşırdı. Saati durmuş olmalıydı çünkü saat gecenin ikisini gösteriyordu hay aksi dedi, oysa pilini daha geçen hafta değiştirmişti hatırlıyordu çünkü yaramaz kedisi saatini düşürdüğünde pillerden biri yuvarlanıp dolabın altına girivermişti. Pili almak zor geldiğinde fazla uğraşmamış çekmeceden yeni bir paket pil alıp takmıştı. Kızgınlıkla saate baktı hava aydınlanıyordu oysa şu aptal saat hala gece ikiyi gösteriyordu. Pencereye doğru yürüdü ve gökyüzüne baktı.
Bacakları birden onu taşımaz oldu, hayır hayır bu gerçek olamazdı imkansızdı hayal görüyordu. Korkudan titremeye başladı yere yığılıp kaldı ağlıyordu ne yapacağını bilmiyordu kaçmak istedi sürekli hayır hayır diye tekrarlıyordu bu olamazdı gerçek değildi hayır aynı şeyleri tekrarlıyordu sürekli hiç böyle hissetmemişti öyle çok korkuyordu ki nefes alamıyordu dışarıya yeniden baktı saat gerçekten gecenin ikisiydi ve gözlerinin önünde güneş soldan doğuyordu. Nasıl olduğunu bir türlü tarif edemediği his. Bir imkansızlık bir umutsuzluk derin bir batak ve karanlık.
Birden gözlerini açtı. Ter içindeydi. Saçları yüzüne ve boynuna dolanmıştı, saat baktı saat 00.05’i gösteriyordu.

ö.ö.

8:10


Bağırarak gözlerini açtı, ter içinde kalmıştı. ‘’Neyse ki her şey rüyaymış.’’ dedi ve derin bir nefes aldı, yan döndü ve saate baktı saat 8.10 du.
Saat yine çalmamıştı aceleyle yataktan fırladı, bir an önce işe yetişmesi gerekiyordu. Bu ay içinde kaçıncıydı bu! Keşke o filmi izlemeseydi… Geç yatmıştı, filmin sonunu merak etmişti. Kızdı kendi kendine; sonra izlerdi, neden o saate kadar oturmuştu ki? Sabah erken kalkması gerektiğini biliyordu. Şimdi bunları düşünmeye zaman yoktu. Kendi kendisiyle tartışarak aceleyle hazırlandı, ofiste bir şeyler atıştırırım diyerek çıktı evden. Arabasına bindi, anahtarı neredeydi? Bulamıyordu bir türlü… Almamış mıydı yoksa? Aceleyle eve döndü, anahtarını aldı, arabaya koştu. Bütün aksilikler onu buluyordu. Bu kadar da olmaz dedi. Arabayı çalıştırdı. O da ne? Çalışmıyordu! ‘’Neden ben Tanrım! Tüm kızgınlığını benden mi çıkarıyorsun? İşten kovulmama neden olacaksın!’’ dedi ve arabadan indi. Saatine baktı, yeterince hızlı olursa otobüse yetişebilirdi. Ofisi arayıp geç kalacağını haber vermeliydi… O sırada telefonunu da evde unuttuğunu fark etti, geri dönüp telefonu almakla, otobüse yetişmek arasında tercih yapmak zorundaydı. Koşarak eve geldi, telefonunu dün gece uyuyakaldığı, üzerinde kahve lekesi olan o yeşil koltuğun altında buldu. Çok zaman kaybetmişti! Acele etmesi gerekiyordu… Deniz manzaralı lüks dairesinden ayrıldı. Asansör bozulmuştu… Merdivenlerden koşarak indi, nefes nefeseydi. Caddeye kadar koşar adım yürüdü, acilen bir taksi bulmalıydı. O sırada arkasında sesler duydu, bağırışmalar… Şimdi dönüp bakmakla zaman yitiremezdi. Karşıdan bir taksi geliyordu. Elini kaldırdı. Taksiye bindi, işte her şey yoluna giriyordu. En hızlı şekilde ofise yetişmeliydi. Bundan daha önemli ne olabilirdi ki, şoföre acelesi olduğunu söyledi. Taksinin içindeki boğuk hava midesini bulandırdı; sabah hiçbir şey yemediğini fark etti. Camı açtı, biraz temiz hava aldı. Başı ağrıyordu, nasıl bir gündü bu gün böyle? Her şey üst üste mi gelirdi? Biraz daha hızlı gitmesini söyledi taksi şoförüne kızgınlıkla. Adam bir şeyler mırıldandı. Ne dediğini duymadı ama umrunda da değildi. Acelesi vardı. Dün akşamki filmi hatırladı; her şey Murat yüzündendi.
Murat lise sondan sınıf arkadaşıydı, dün tesadüfen karşılaşmışlardı. Murat onu kahve içmeye davet etmiş, oda kabul etmişti. Konu konuyu açmış ve Murat, o izlediği filmi anlatmaya başlamıştı. İlginçti doğrusu, ilgisini çekmişti ilk başta, bende izlemeliyim demişti, sanki acelesi varmış gibi! Başka zaman izlese olmaz
mıydı? Murattan ayrıldıktan sonra filmi almaya gitti. Eve döndüğünde saat geç olmuştu. Eve iş getirmişti, onları incelemesi gerekiyordu. Üşendi, sonra yaparım diyerek kenara attı, evde biraz oyalandı. Ne yapmıştı? Garip! Hatırlamıyordu. Sonra filmi izlemeye karar vermişti; aslında planı birkaç arkadaşını çağırmaktı ama havasında değildi tek başına izlemek en iyisi diye düşünmüştü. Film o kadar da ilginç değildi, sadece sonunu merak etmişti sonu da etkileyici değildi.
Beğenmediği bir filmi neden ısrarla sonuna kadar izlemişti oda bilmiyordu. Belki değişiktir diye düşünmüştü. Sonunda kanepede uyuyakalmıştı… İşte, her şey birbirine bağlıydı!
Birden sarsıldı ve kafasını arabanın tavanına vurdu, sonra cama… Her yer kan oldu! Sesler duydu, ne olduğunu anlamaya çalıştı ama anlayamadı. Sonra her yer karardı, sesler azaldı... Gözlerini açtığında ortalık savaş alanı gibiydi, birden bir kaza gördü. Lastiği patlamış olmalı, diye düşündü, kontrolünü kaybetmiş ve yoldan çıkmış, takla atarak durmuş sanki... Tüm bunları yaşamış gibi oldu bir anda, her yer kandı, herkes bağırıyordu. Ambulans! Diyorlardı. Merak etti, yaklaşmak istedi kıpırdayamadı, sonra kendini gördü. Arabadan çıkardılar ve üstünü örttüler. Hey! Burada kendisinden bahsediyordu, bu nasıl olur dedi, çıldırmak üzereydi. Sonra her şeyi yukardan izlediğini fark etti. ‘'Olamaz!'’ dedi '’Hayır olamaz!’' Bağırdı, kimse onu duymadı. Sonra sustu, vazgeçti.
Dün Murat'ı görmeseydi, filmi izlemeyi aklına koymasaydı, geç saate kadar oturmasaydı ve geç kalkmasaydı bunlar olmayacaktı. Arabası çalışsaydı ve taksiye binmeden arkasına dönseydi o hamile kadını görecek, ona yer verecekti… Belki de bu kazada, o kadın ölecekti! Kadın kurtulmuştu ve bebeği... Hiç bir şey yapamadı, hiçbir şey söyleyemedi… Hissedemiyordu! Hiçbir şey... Uyuşmuş gibiydi; sonra yeniden bağırmaya başladı. ‘'Ben buradayım hey!'’ diye… Bunu kabul edemezdi, o ölemezdi, daha yapması gereken onca şey vardı… Toplantıya yetişmeliydi, belki de bu ay bir üst kadroya yükselecekti, Uzun zamandır bunu bekliyordu ama o ölmüştü! ‘’Bu olamaz’’ dedi, sürekli bunu tekrarlıyordu… ‘’olmaz, olamaz!’’


Bağırarak gözlerini açtı, ter içinde kalmıştı. ‘’Neyse ki her şey rüyaymış.’’ dedi ve derin bir nefes aldı yan döndü ve saate baktı saat 8.10 du…

ö.ö.

Yeşil

Küçükken yeryüzündeki tek yeşil gözlü insanın ben olduğumu sanardım.
Öyle ki, diğer insanlar her şeyi soluk görürken ben parlak görürdüm.
Çünkü benim gözlerim yeşildi.
Kendimi çok özel görürdüm,
Dünyada ne kadar çok insan olduğunu düşünür
Sonra da o kadar beden içinde
Bu bedene layık görüldüğüm için
Ve yeşil gözlü olduğum için gülerdim
Ben şanslı kızdım.
Ben hiç bir zaman kötü olanları yaşamazdım
Duyardım, dinlerdim, bilirdim
Ama ben yaşamazdım.
Bu yüzden ilk kez tanıdığım biri öldüğünde
Gözlerimi kapatmıştım
Tekrar açtığımda karşımda oturuyordu.
Bunu kimseye söylemedim
Ama onu 39 gün fazla gördüm herkesten.
Kapımızın önüne haftanın bir günü pazar kurulurdu
Günün sonunda yerdeki sebzeleri toplayan
İnsanlar görürdüm
O sebzeleri evlerine götürüp yemek yaptıklarını
Çocuklarına yedirdiklerini anlatırdı annem
Sonra kendimi o insanları yerine koyardım
Hep o yerdeki sebzeleri toplayanlardan biri olmak isterdim
Sırf yerdeki domatesin tadı
Sevgi ve gözyaşıyla
Nasıl oluyormuş merak ettiğim için.
Bir gün sokakta oyun oynarken
Etrafıma hiç bakmadan koşuyordum
Çnükü o sırada çaydanlığa benzeyen
Bir bulutun
ağaca dönüşmesini izliyordum
O gün yanlışlıkla bir arabaya çarptım
Neredeyse ölecektim
Şöför bana çok bağırmıştı
O günden sonra hep ölmek nasıl bir şeymiş merak ettim
Ama gece ölmek istemem
Çünkü bir arkadaşım
Uykuda ölmek isterdim dediğimde
Bana, ya çok güzel bir rüya görürken ölürsen?
O zaman hiç bir zaman sonunu
Öğrenemezsin dedi
İşte o zamandan beri daha az ölüyorum rüyamda
Yine küçükken yıldızlara bakmaya korkardım
Eğer çok bakarsam yıldız olacağımı sanardım.
Bu dünyada tek olduğumu
Ve yıldız olursam
Bana benzeyen hiç kimsenin olmayacağından korkardım
Ve o anda dünya kimlerin aynı şeyi düşündüğünü merak ederdim
Bir gün sınıfımıza bir çocuk geldi,
Gözleri yeşildi
Bir gün düştüm,
Canım acıdı
Bir gün ölmek istedim,
Uyanıkken ölecek cesareti bulamadım
Ve bir gün
16 yıl 1 ay ve 2 gün öncesine döndüm
Ve 1 yıl, 2 gün önce
O yıldızlara bakmaktan korkmadım.

ö.ö.



Oyun

Gemiler yüzdürürdüm.
Korkar çıkmazdım dışarı
Sokakta oynamaz da gider,
Balkonda dans ederdim.
Ama ben en çok,
Saklambacı severdim.
Ne zaman bir yere saklansam
Uyuyakalır,
Rüya görmeden uyanmazdım.
Şimdi rüyalar,
Uzak oyunlara
Masallar
Dev dünyalar
ö.ö.

Mısır

Kapatılmış bir sinemanın
Bordo renkli koltukları
Arasında unutulmuş
Beyaz bir mısır tanesi
Çocukluğum.
Gözünde, güzel;
Dudağında tatsız
Ve yaşlı.

ö.ö.

Böcek

Ne güzel gülüyorsun
Böcek.
Hiç görmediğin dünyalarca.

Ne güzel söylüyorsun
Böcek.
Hiç duymadığın şarkılarca.

Ve ne güzel ölüyorsun
Böcek.
Hiç yaşamamışçasına.

ö.ö.

Angel Kek

Yok azizim yok, böyle olmayacak. Sistem yanlış bir kere!
Kadınların işi gücü yokmuş, erkekleri kendilerine aşık etmek için melek keklerine, aşk iksirlerine, totemlere, büyülere kafa yoruyorlarmış. E durum böyle olunca, kadınların aklı fikri aşkı bulmaktaysa ben bir kitap yazsam deli saçması da olsa okunur hatta satıldıkça satılır diye düşünür insan. İtiraf edin siz de düşünürdünüz, düşünmedim demeyin, inanmam. Yalnız anlamadığım bir şey var, madem bu kadar aşk meraklısısınız kızlar, erkeklerin yazdığı bunca aşk şarkısı niye? Sorun sizde değil bizde azizim. Şimdi size bu inancımı savunurdum ama şu yeni ‘angel kek’ tarifini bir denemem gerek. Zamanım yok. Yalnız şunu söylemeden geçemeyeceğim, benim olmazsan taciz ederim!?

Zaman demişken… Gün 28 saat olsa mesela, hatta benden birkaç tane olsa, uzaylılar gelse beni klonlasa, birini okula birini dershaneye göndersem biri sınavlara girse diğeri odamı toplasa ben de uyusam, hep uyusam.Yok yok olmayacak gün 28 saat olsa ben yine de yetişemem her şeye. En iyisi benden birkaç tane olması. Bunun da bir iksiri, şusu busu yok mu canlar? İnsan istemez mi şöyle rahat etmeyi, uzatıp bacaklarını hiçbir şeyi düşünmeden dinlenmeyi. Bekliyorum, umudum var. Donald Duck’a pantolon giymediği için yayın yasağı getiren insandan ben bunu da beklerim. Hakkımdır.

Uzaylılar gelip bir gece de şu dünyanın genleriyle oynasa mesela diyorum. Daha kötü olabileceğini sanmıyorum da belki bir umut iyi olur ne dersiniz? İyi düşünün, evren olumlu enerji istiyor. El ele tutuşup sistemi düşleyelim, masallar şarkılar söyleyelim dünya pembe olsun her şey yoluna girsin. Periler, melekler, kelebekler falan.

Bisiklete binmeyi bilmediğimi unutup, bazen çekip gitmeli insan diyorum, dünyayı dolaşmalı. Yalnız bir şey var ki insan, barış, mutluluk huzur için bisikletine binip dünyayı gezerken, bir gün cesedinin yol kenarında bulunabileceği gerçeğini de unutmamalı. Ama siz yine de olumlu düşünün. Güzel olacak. Her şey güzel olacak.

Şehir bezginleri diyor Elif Şafak onlara, azıcık para azıcık tasa oradan oraya gezen az biraz melankolik, biraz naif sessiz ama daima umutlu bohemler. Ben pembe gözlüklüler diyorum onlara. Daha eşit, daha mutlu, tabiata uygun yaşamayı hayal eden daimi mutlulular. Sanırım sürekli şu melekli keklerden yiyorlar. Doğru renklerini de bulmuşlar, enerji meselesi canlar.

Tabiata uygun yaşamak demişken değinmeden geçemeyeceğim. Kim demiş şehirlerde her yer beton diye! Çok kızıyorum böyle diyenlere! Kim demiş, vakti zamanında Egeden yola çıkan A maymunu ağaçtan ağaca hiç yere inmeden Ankara’ya kadar gidebilirmiş diye. Aman azizim sıkmayınız tatlı canınızı, değil mi ya?! Yer gök yeşillik, çıkarmayın başımıza böyle icatlar. Bu devirde Don Kişot’luk yapmak size mi kaldı canım?!

‘‘Üç yumurtayı kırdım önce, portakal dilimledim ince ince göz kararı da biraz süt kattım kalktım sana kek yaptım.’’ Baksana aşkın formülü o kadar da yeni değilmiş. İnanıyorum, işin sırrı yumurtada. Yaptım olacak! Bu kek işi tutacak, yumurtayı da ayarladık mı tamam.

Son olarak da şunu belirtmeliyim, benim olmazsan taciz ederim diyen Nihat Doğan sesinde bile duymadım ben wikileksi sesli okumaya çalışan vatandaşın ses tonundaki kararsızlığı.

ö.ö.

Çarşamba, Ağustos 10, 2011

Gülmek

Çok güvenmeyeceksin hiç kimseye,
‘Dostum’ derken bir kez daha düşüneceksin
Çünkü ‘dost’ kelimesini herkes taşıyamaz
Ağır bir yüktür
Dost olmak.
‘’Gün gelir güvendiğin dağlara karlar yağar’’
Sen de o karların altında kalırsın!
Kalmalısın da!
Yoksa öğrenemezsin
İnsanların ne kadar iki yüzlü
Ne kadar sahtekar
Ve oyuncu olduğunu.

O karların altında kalmadan
Büyüyemezsin.
Ancak canın acıdığında
Üzülmemeyi öğrenmelisin
Yoksa ezilirsin
Yoksa ağlarsın
Yoksa herkes ne kadar güçsüz olduğunu görür
Acınanlardan olursun!

Güçlü olursan ama;
Her zaman suçlu sen olursun!
Çünkü öyle bir anlatılır ki
Senin güçlü olman
Zayıf olmayı ister olursun
Neredeyse güçlü olduğun için
Sen bile utanırsın kendinden
Güçlü olmak bir erdem değil de
Bir suçmuş sanarsın
Ancak hayatın boyunca şunu unutmamalısın
Güçsüz olursan
Kendine acırsan
İnsanlar sana acırsa
Hayat sana asla acımaz!

Önce aynaya bakacak yüzü olmalı
İnsanın!
Birinin gözlerinin içine bakabilmeli
Konuşurken.
Korkmamalı yalanlarının maskesinin
Düşmesinden.
Çünkü maskesi olmamalı
Saklayacak yalanı olmadığından!

İnsan dediğin
Nankör.
İnsan dediğin
Bir balık kadar unutkan!
Yine de sen şunu unutmamalısın,
Verdiğin değerlerin karşılığını
Bulamayacaksın hiçbir zaman.
Ha belki gün gelecek
Öyle insanlar çıkacak ki karşına
Tüm bu kızgınlığını
Unutturacak, insanlığa
O da ancak şanslıysan çıkar ya karşına!
Ne olursa olsun yine de güleceksin!
Ağlasan da
Dayanamasan da
Zaman geçecek güleceksin
Zaman durup seni beklemez ki güzelim,
Yine olacak güleceksin
Hatta öyle ki kahkahalar atacaksın.

Kimse sana inanmasa da
Sen bileceksin kendini
Sen doğruyu görecesin
Çünkü perdeler kalkmış olacak gözlerinden
Acılar büyütecek insanı
‘Dost’ dediklerin gidecekler belki
Ancak hiçbir zaman ‘düşman’ demeyeceksin
Yakışmaz çünkü.
Sen üzülsen de
Sen gülsen de
Yaşanmışlıklar olacak

İyilikler unutulur da
Kırılmışlıklar
Üzülmüşlükler
Asla iyileşmez
Unutkan dediğin insan gün gelir
Tüm hatalarını çarpar yüzüne
İşte öyle zamanlarda
Yine de güleceksin
Hoş gülmeyip de ne yapacaksın?

Hayat bu
Her zaman iyiler de olacak
Kötüler de
Sen iyi de olacaksın
Kötü de
Sevileceksin de
Nefret de edileceksin
Ne yaparsan yap insanları memnun edemeyeceksin
Yine de güleceksin!

Çünkü gülmek
Herkese yakışır…

ö.ö.

Kadın


Doğayı en iyi, bir kadın anlar.

Çünkü kadın;
Bir çiçek kadar narindir,
Sevmelerinde
Ve dağlar kadar da dayanıklıdır,
Sevilmemelerinde

Dört mevsimi en canlı, bir kadın yaşar içinde.

Çünkü kadın;
İlkbahar gibi taze
Yaz kadar sıcaktır
Aşkında.
Ve sonbahar gibi sessiz
Kış kadar soğuktur
Gidişinde.

Güneşi en güzel, kadın anlatır yüreğiyle.

Çünkü kadın;
İsterse güneşi kıskandırır
Gülüşlerinde
Ve sonsuzlukla dondurur
Ter edişlerinde.

Suyu en saf, kadın anlatır gözleriyle.

Çünkü kadın;
Irmaklar, nehirler taşımasını bilir
Güçlü yüreğinde
Ve yağmurlarıyla yıkamayını da bilir
Gözlerinin özünde

Rüzgarı en dolu dizgin, bir kadın anlatır gülüşlerinde

Çünkü kadın;
Sessiz tebessümleriyle ısıttığı gibi
En sahte kahkahalarıyla öldürür
C'an'ları


ö.ö.

Ağıt

İsmin bir taşa
Yazılmaktan öteye
Geçmemişse
Şu hayatta
Senin de
Ağıdın karışacak
Bu mezarlığın
Sessiz duvarlarına