Perşembe, Ağustos 11, 2011

00.05


Nefes nefese kalmıştı, durmadan koşuyordu. Yapması gereken bir şey vardı hissediyordu asla yapamayacağını bildiği halde yapması gerekiyordu. Ellerinde bir fille, ip üzerinde yürümek gibi. Nasıl olduğunu bir türlü tarif edemediği his. Bir imkansızlık bir umutsuzluk derin bir batak ve karanlık. Birden rüyada olduğunu hissetti. Evet işte yine o rüyalardan birindeydi. Bir türlü kurtulamadığı şu rüyalar! Neredeyse kendini bildi bileli bunları görüyordu. Zaman zaman yok oluyorlardı. Bazen aylarca rüya görmediği oluyordu tam kurtuldum diye seviniyorken yeniden başlıyordu. Ama bu kez sanki farklıydı neredeyse her gece görüyordu. Bazen uyanıkken bile rüya görüyor gibi hissettiği olmuştu. Bu kadar sık görmesi hayra alamet değildi. Birden öfkelendi, neden rahat bırakmıyordu şu rüyalar onu bıkmıştı artık tek istediği herkes gibi olmaktı. Uyanması gerektiğini düşündü ama yapamadı.
Evet biraz farklıydı, herkes gibi değildi. Kimsenin inanmadığı şeylere inanır; gece aynalara bakmaz, parmağında bir yüzük olmadan evden çıkmaz saçlarına daima kırmızı bir kurdele bağlardı. Ama bu rüyalar onun için bile fazla garipti.
Belki bu kez rüyanın sonunu görebileceğini düşündü, ama tekrar tekrar aynı anlamsız şekilleri görüyordu. His kaybolmak bilmedi, sanki daha da ağırlaştı soluduğu hava katılaştı elle tutulur oldu ve ciğerlerini tıkadı nefes alamaz oldu boğuluyordu çırpınmaya başladı kalbi deli gibi atıyordu uyanmak istiyordu ama gözlerini açamadı. Gözlerini açtığında kendini rüyanın içinde buluvermekten, kurtulamamaktan korkuyordu. Ama daha fazla dayanamadı. Bir çığlıkla gözlerini açtı, yatakta doğruldu. İşte kurtulmuştu korktuğu olmamıştı rüya bir an öncede kalmıştı.
Ter içindeydi. Saçları yüzüne ve boynuna dolanmıştı, saat baktı saat 00.05’i gösteriyordu. Ayaklarını yatağından aşağı sarkıttı karanlıkta terliklerini aradı bulamadı. Yalın ayak kalktı yatağından soğuk taşlara basmak iyi gelmişti. Pencereye doğru yürüdü, camı açtı. Dışarıda ılık bir esinti vardı rüzgar saçlarına değince hafifçe ürperdi ama geri çekilmedi. Rüzgarın onu tanımasına izin verdi gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı ciğerlerine dolan havayı hissetti, sakinleşmesi için birkaç ağır dakikanın geçmesi gerekti. Sonra gözlerini araladı, şimdi daha iyi hissediyordu. Pencereyi aralık bırakarak yatağına doğru yürüdü ama oturmadı. Gözü masasının üzerine yığılı eşyalara takıldı; birkaç kitap, önceki geceden kalma boş bir kahve fincanı, yarısı yenmiş bir paket çikolata ve bir kutu kibrit.
Evet farklı şeylere inanırdı. Yatağının başucundaki ufak sehpanın üzerinde küçük siyah bir kutusu vardı. İçinde farklı renklerde iki tespih, ufak bir haç, birkaç renkli bilye bir nazar boncuğu ve yanmış kibritler vardı. Korktuğu zamanlarda onlara sığınırdı. Onlar yanındayken kendini daha güvende hissediyordu. Tabii bunu kimseye itiraf edemezdi. Anlamazlardı. O da anlamıyordu. Neden insanlar herkesin aynı şeyleri yapmasını, aynı şeylerden hoşlanmasını ve aynı şeylere inanmasını istiyorlardı ki? Kendilerinden olmayan herkes ve her şey yanlıştı ya onlara uyardın ya da dışlanırdın. Kural buydu ve o dışlananlardandı. Hoş şikayetçi değildi bu işine geliyordu böylece onu rahatsız etmiyorlardı o da yalnızlığının tadını çıkarabiliyordu. Birkaç yakın arkadaşı, pek hoşlanmadığı ama yine de vazgeçemediği kedisi, kitapları ve huzuruyla gayet mutluydu.
Yatağına oturmadan masasına yöneldi, çekmecelerden birini açarak karıştırmaya başladı içinde pek çok ıvır zıvır olan bu çekmeceyi düzenli tutmayı hiçbir zaman beceremezdi. Sonunda aradığını buldu, beyaz bir mum ve çakmak. Çekmeceyi bir zafer edasıyla kapatıp çakmağı çaktı ama mumu yakmadı. Onun yerine bir süre ateşe bakıp ne kadar sahte göründüğünü düşündü. Çakmağı masaya bırakıp kibritlere yöneldi. Onlar daha gerçekti. Sonunda mumu yakmayı başardığında gülümsedi, ayaklarını sürüyerek yatağa yaklaştı ve mumu sehpanın üzerine bıraktı. Ardından yatağına bağdaş kurarak oturdu.
Mumun sönmesiyle kendine geldi. Kim bilir kaç saattir aynı şekilde oturuyordu, çünkü güneş doğmaya başlamıştı. Oysa o kadar uzun zaman geçmiş gibi hissetmiyordu, garip. Bacakları uyuşmuştu, yatağından aşağı sarkıtıp salladı ayaklarını. Muma bakarken önceki geceyi düşünüyordu. Oysa kısa bir gece olmuştu, ama yine de mumun eriyip bitmesi için yeterli bir süreymiş diye düşündü dalgın dalgın mumdan kalanlara bakarken.
Güneş doğuyordu, gökyüzü mora boyanmıştı aslında içinin huzurla dolması gerekiyordu ama ağzında garip bir tat ve huzursuzluktan başka bir şey hissetmedi. Yine de ruh dedi, Tanrı her sabah bizleri ruhla sarmalıyor. Özümüze dönebilmemiz için, kendimiz olabilmemiz için. Biz her sabah henüz uyuyorken, üzerimizi örtüp sarmalıyordu huzur, şefkatli bir annenin çocuğunu koruması gibi. Güneş içindeki yangına ve kızıl ateşli öfkesine rağmen insanoğlunu seviyor olmalı diye düşündü, içinde hala garip bir huzursuzluk. O sırada gözü raftaki saate ilişti, şaşırdı. Saati durmuş olmalıydı çünkü saat gecenin ikisini gösteriyordu hay aksi dedi, oysa pilini daha geçen hafta değiştirmişti hatırlıyordu çünkü yaramaz kedisi saatini düşürdüğünde pillerden biri yuvarlanıp dolabın altına girivermişti. Pili almak zor geldiğinde fazla uğraşmamış çekmeceden yeni bir paket pil alıp takmıştı. Kızgınlıkla saate baktı hava aydınlanıyordu oysa şu aptal saat hala gece ikiyi gösteriyordu. Pencereye doğru yürüdü ve gökyüzüne baktı.
Bacakları birden onu taşımaz oldu, hayır hayır bu gerçek olamazdı imkansızdı hayal görüyordu. Korkudan titremeye başladı yere yığılıp kaldı ağlıyordu ne yapacağını bilmiyordu kaçmak istedi sürekli hayır hayır diye tekrarlıyordu bu olamazdı gerçek değildi hayır aynı şeyleri tekrarlıyordu sürekli hiç böyle hissetmemişti öyle çok korkuyordu ki nefes alamıyordu dışarıya yeniden baktı saat gerçekten gecenin ikisiydi ve gözlerinin önünde güneş soldan doğuyordu. Nasıl olduğunu bir türlü tarif edemediği his. Bir imkansızlık bir umutsuzluk derin bir batak ve karanlık.
Birden gözlerini açtı. Ter içindeydi. Saçları yüzüne ve boynuna dolanmıştı, saat baktı saat 00.05’i gösteriyordu.

ö.ö.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder