Pazar, Ağustos 30, 2015

-2.15


Ev dediğinizde gözünüzün önünde canlanan yer neresi? Benim ailem taşınan ailelerden biri olmadı hiçbir zaman. 20 yıl önce bir haziran sabahı kundağa sarılı halde getirildiğim meyve ve çam ağaçlarıyla dolu küçük sokağın sağ tarafındaki 3 katlı binanın en üst katı, o zamanlar hiç farkında olmasam da yaklaşık 70 senelik hayatım boyunca ev olarak bileceğim tek yer olacaktı. İlk aşkım, ilk kahramanım, ilk öpücüğüm, ilk şiirim, ilk aşk acım, ölümle ilk tanışmam... Tüm bu duyguları işte bu kirli beyaz badanalı üç katlı binanın en üst katındaki dört odalı evde tattım. Evet, bana ev olarak tanıtılan ilk yer burası olabilir ancak ilk evim kesinlikle bahsettiğim yer değildir. 

Yıllardır her açılışında acılı bir ses çıkaran ve hiçbir zaman tam yerine oturmayan paslı gri bahçe kapısının bu hali pek tabii eskiliğinden kaynaklı olarak görülebilir. Ancak gerçek şu ki; kapıyı sakat bırakan 1995 yılının baharında beklediğinden üç ay önce sancıları tutan annemi, gece yarısı alelacele hastaneye götürmeye çalışan babamdan başkası değildi. Uyku mahmurluğuna karışmış heyecandan dolayı arabayı çalıştırırken ileri değil geriye giderek bahçe kapısına çarpmıştı. Ancak o gece orada olan hiç kimse şu an bunu hatırlamayacaktır. Çünkü o gece orada dikkat edilmesi gereken çok daha önemli konular vardı. Zaten sonrasında ne olduysa, o gece bahçe kapısı yamulan tek odalı badanasız evdeki dört kişinin düşünecek çok daha önemli konularının olmasından dolayı yaşanacaktı. Ne yazıktır ki, tüm bu olanların tek tanığı da o gece sakat kalmış bahçe kapısıydı. Ki 20 yıldır her açılışında çıkardığı acılı ses de, anlatmak istediklerini kelimelere dökemeyen hasta bir adamın sessiz iniltisinden başka bir şey değildi. 

***

-1.15

Yalnız, saf çocukluk yahut ilk gençlik yıllarını bir arada geçirmiş; farklı dönemlerde aynı romanın aynı satırlarında kendilerini bulmuş iki insanın sırdaşlığı vardı aralarında. İkisi de, geçmişi omuzlarında taşıyan insanlara özgü bir alışkanlıkla bakıyordu hayata. Bu yüzden birbirlerini hiç tanımamalarına rağmen, sanki yılların dostluğuyla bir masada oturuyormuş gibi hissediyorlardı. İki tarafın da canını sıkan uzun gergin sessizlikler yoktu. Suskunluk bir anlaşma yöntemiydi. İkisinin de unutmaya çalıştığı bir adam/kadın vardı ve birbirlerine farkında olmadan onları hatırlatıyorlardı. Aralarındaki tek sorun, genç kadın onunla huzur bulurken, genç adamın henüz "onu" hatırlamaya cesareti olmayışıydı. Zaten sonrasında ne yaşanacaksa bu ayrılıktan dolayı yaşanacaktı. Hikaye denize kıyısı olan ancak iyotu eksik bir şehirde, nisan ayının son pazar gecesi başlıyor.

***

0851

Yağmurla yıkanmış bir gecenin mavi sabahına uyanmak seninle
Havada henüz taze toprak kokusu
Deniz hırçınlığını kıyıda bırakmış yorgun bir çocuk 
Hafiften poyraz açıyor yüzünü, dallarda bir sonbahar şarkısı
Tanrı tarafından yalnız saatlere saklanmış bir hediye bu sabahlar
Seninle izlemek bu cenneti dağılmış saçlar ve yanağımda yastık izi;
Göz pınarlarında kumlar ve o sevdiğim masum çocuk bakışınla
Öyle çok fazla şeye ihtiyacım yok mutluluk için
Huzurlu bir günaydın, yağmur sonrası gün doğumu
Egede bir kıyı kasabasında seni öpmemden hemen önce
Tenime değen iyot kokusu. Sen, ben.

ö.ö.

51020803

Peki hayatın bana güzel olmamasının hesabını kim verecekti? Bu sıcak havaların ve yatakta artık dönecek soğuk yerin kalmaması kimin suçuydu? Peki ya adamlar? Her yerde karşıma çıkan ve karşılaşmamız çok geç oldu diyen adamlar, artık kadınlara güvenmediğini söyleyen adamlar. Aşık olduğum adamlar. Bana yalanlar söyleyen adamlar. En güzel yaşlarımın yalanlarla dolu arka sokaklarında ölüşümün hesabını bana bu adamlar verecek miydi? Şimdi yitirdiğim neşemin yerini alan kaşlarımın kenarında belirmiş o kırgın kırışıklığı 20 yaşımın tazeliğine kim açıklayacaktı? Ama ben tüm öfkeme rağmen, tüm küskünlüğüme rağmen hala sevmek istiyorken; hala güvenmek istiyorken ve gözyaşıma yaslanacak bir nehir arıyorken, nerede hata yapıyordum da tüm o "birbirine benzeyen yalancı" adamlara dönüyordum yüzümü. Sonrası, yine kendine kalmalar bu hayatta, en zoru da;  yalnız kalamayan kadınlar.

ö.ö.