Cumartesi, Ocak 16, 2016

nergis

dışarıda köpek sesleri, dışarıda kızgın şoförlerin bağırışları, dışarıda hiç bitmeyen kaos; içimde ziller çalıyor, bir çocuk ağlıyor, bir kadın çığlık atıyor. içimde kan, kaos, kırmızı. içimde hiç dinmeyen bir acı, kabuk bağlamayan bir yara. içimde ellerinden sızan ölüm. içimde kırmızı; ne kırmızı bir sevda bu ölüm. ne öfkeli ne sesli bir sevda. içimdeki çığlıklardan yüksek değil sokaktaki sesler; içimdeki kaostan korkunç değil tüm o öfkeli yüzler. baktıkça soluyor öfke. baktıkça siliniyor öfkeli yüzler. seni görüyorum, bir kadının ellerinden tutmuş yürüyorsun, gözlerinde tüm anlara ait bir mutluluk. geçmiş ve gelecek orada gözlerinde, anlıyorum ki mutlusun. bir rüzgar esiyor ve karışıyor kokun önce kış dallarına ardından dudaklarımdan ciğerlerime. bir kedi geçiyor önümden, ben gülüyorum. bazen ölüyorum, ama seni hep bir fotoğraf karesine sığdırıyorum. yüzün yana dönük, ışık oldukça sönük. yüzünde bir gülümseme, gözlerinde o kadına ait geçmişin ve geleceğin. seni o ana sıkıştırıyorum. seni sıradan bir günün, sıradan bir saatinin -ama en çok çarşamba sabaha karşı beşe on kala- içinde, renkli bir fotoğraf karesinin içine sıkıştırıp; anılarla dolu bir kutunun en altında unutuyorum.

irkilerek uyanıyorum, sabahın soğumuş yüzüyle buz kesmiş ellerime bakıyorum. ellerimin yanında ellerini görüyorum, bir çocuk gibi uyuyor. rüya diyorum, rüyalarımda benimsin. onu bana sevdiren mırıltısıyla savaşıyor düşlerinde; üzerini örtüyorum, saçlarına dokunuyorum uyandırmaktan korkarcasına. yüzümü göğsüne yaklaştırıyorum, nabzı her zamankinden hızlı; korktuğunu düşünüyorum. düşlerindeki korkunç canavarları uzak tutacak bir ninni fısıldıyorum göz kapaklarına, belki hafifleyen uykusundan belki de ninninin koruyucu meleklerinden; sakinleşiyor, çoktandır sıktığı yumruklarını serbest bırakıyor. yatağın boşluğuna uzattığı kolunu boynumda onun için oyulmuş noktasına yerleştiriyorum. ne çok yakın ne çok uzak. nefesini dinleyerek gözlerimi kapatıyorum içimde bir ses; ''silinip gitmiş bir gece, yaşamımdaki binlerce geceden biri.'' onu uyandırmaktan korkarcasına hareketsiz kalıyorum bir süre, nefesim, nefesine uyuyor. bir yapbozun parçaları gibiyiz diyorum içimden, ben seninle; sen onunla tam oluyorsun. oysa ''...insan iki kişidir/daha kalabalık değildir/biri olmaktan...'' farkındalığın acısı bir anda nüfuz ediyor hücrelerime, acıdan gözlerim doluyor. buna daha fazla dayanamayacağımı biliyorum. onu bir yapmak için kendimi bozdurdukça parça parça; o tamamlandığında benden geriye bir şey kalmayacağını idrak ediyorum. usulca kalkıyorum yataktan, soğuk taşlara değiyor yalın ayak tenim. hiçbir şey söylemeden, geriye dönüp bakmadan yahut bir not bırakmadan çıkıyorum evden. nereye gittiğimi bilmeden yürüyorum. attığım her adımın beni ondan bir asır uzaklaştırdığını hissediyorum. sokak lambaları hala yanıyor, deniz akşamdan kalma. sokak aralarında köpekler havlıyor. kuşlar henüz rüyalarda. içimden şiirler geçiyor. balkonlu şiirler. asma balkonlu şiirler, aşklar gibi, asma balkonlu aşklar. ufak sarsıntılara dayanmıyorlar yıkılıyorlar. şiirler değil de aşklar, zaten hep aşklar yıkılıyor ardında sadece şiirler kalıyor. ''aşktan yeni çıkmış bir intihar annesizdir/herkes birbirinden kaçar, konuk gidilir/ve balkon kimseyi almaz olur güzelliğine/.../çünkü anılarda ölmeyecek kadar eskidir/güz balkonlarından bir düşün içgeçirmesi'' sanırım bir de mevsimler kalıyor. 

daha fazla yürüyemeyeceğimi hissettiğimde ayaklarımı denize uzatıp oturuyorum, onu ve ona  ''hastalıkta, sağlıkta'' yeminini unutturan kadını düşünüyorum. diğer kadın olmak diyorum, kim bilir ne zordur. ben hiç ''ikinci'' olmadım. hoş tek kadın olmayı da beceremedim. katiline aşık bir kurban gibi o kadını düşünüyorum. uzun parlak saçları beliriyor önce gözlerimin önünde, yaz akşamlarında balkonda oturup şarabına eşlik eden şarkılar söylediğini, belki gözlerini kısıp uzaklara baktığını. belki, bazen sigara yaktığını; ama asla sigarasını unutacak kadar dalgın olmadığını hayal ediyorum. gözümde her mevsim elbise giyen, her sabah kahvaltı hazırlayan kadınlar canlanıyor. imreniyorum. sonra kendime kızıp, yüzümü siliyorum. ne anlamı var ki diyorum, ben tek mevsime sıkışmış bir kadınken hayatında, onun dört mevsim oluşunun artık ne anlamı var. sonbaharı sevmeyen adamlar diyorum, hep onlar bulur beni. hep bu son baharlarda terk edilirim. belki bu yüzden kışlarda hiç ısınmaz ellerim. o an karar veriyorum, direnmenin ne anlamı var. 

bir bahar gecesi belime değen ellerini unutuyorum, bir yaz günü karşılaşıp bakışmadan geçtiğimiz o sokağı, bir kış gecesi o beni henüz hiç tanımazken karşılıklı oturduğumuz masayı, on yedi yaşımı, ilk aşkımı, ilk başkaldırışımı, ilk kadın oluşumu. onunla geçirdiğim ilk 20 yılımı gözlerindeki mahmur bakışları dudağının kenarında hiç eksik olmayan çapkın gülüşü ve sonra aynı anda uzandığımız o cam bardağı... o an fonda çalan şarkıyı geride bırakıp; hiçbir şey olmamış gibi denize uzattığım ayaklarımı serbest bırakıyorum, kendimi boşluğa bırakıyorum. bazen, ölüyorum ''...özlendiği odalarda açmayan nergis/ateşi mırıldanıyor kovulduğu bahçede...''

dışarıda köpek sesleri, dışarıda kızgın şoförlerin bağırışları, dışarıda hiç bitmeyen kaos; içimde ziller çalıyor, bir çocuk ağlıyor, bir kadın çığlık atıyor. içimde kan, kaos, kırmızı. içimde hiç dinmeyen bir acı, kabuk bağlamayan bir yara. içimde ellerinden sızan ölüm. içimde kırmızı; ne kırmızı bir sevda bu ölüm. ne öfkeli ne sesli bir sevda. içimdeki çığlıklardan yüksek değil sokaktaki sesler; içimdeki kaostan korkunç değil tüm o öfkeli yüzler. baktıkça soluyor öfke. baktıkça siliniyor öfkeli yüzler. seni görüyorum, bir kadının ellerinden tutmuş yürüyorsun, gözlerinde tüm anlara ait bir mutluluk. geçmiş ve gelecek orada gözlerinde, anlıyorum ki mutlusun. bir rüzgar esiyor ve karışıyor kokun önce kış dallarına ardından dudaklarımdan ciğerlerime. bir kedi geçiyor önümden, ben gülüyorum. bazen ölüyorum, ama seni hep bir fotoğraf karesine sığdırıyorum. yüzün yana dönük, ışık oldukça sönük. yüzünde bir gülümseme, gözlerinde o kadına ait geçmişin ve geleceğin. seni o ana sıkıştırıyorum. seni sıradan bir günün, sıradan bir saatinin -ama en çok çarşamba sabaha karşı beşe on kala- içinde, renkli bir fotoğraf karesinin içine sıkıştırıp; anılarla dolu bir kutunun en altında unutuyorum. sular değiyor tenime, soğuk ve mavi sular. ciğerlerime sular dolarken, her çırpınışta sana uzanıyor ellerim. senin, ellerin dolu, benim ciğerlerim. bazen bazı şeyler bitiyor, bazen gözlerim kapanıyor.bazen, ölüyorum. ne kırmızı bir deniz bu ne kırmızı bir sevda.

ö.ö.