Cumartesi, Ekim 22, 2011

Kötü Kalpli Kahverengi Cadı

Sevdiğiniz birini kaybettiğinizde, ilk hissettiğiniz ne olur? Üzüntü, keder? Yoksa keşkelerle dolu bir pişmanlık mı?
Henüz hayatının, sadece ilk 16 yılını yaşamış bir ‘çocuk’ böylesi boyundan büyük lafları nasıl edebiliyor diye düşünebilirsiniz –Eğer öyleyse; bu yazıyı okumayı hemen şu an bırakın.- ama sizi temin ederim 16 yıl kaybetmeyi bilen bir çocuk için yeterince uzun bir zaman.
Pek çok sevdiğimi kaybetmiş olabilirim, pek çok kez onu bir daha göremeyeceğim gerçeği içimde yumru gibi büyümüş olabilir. Ancak hiç biri ilki kadar ani, acı ve bir o kadar gerçeğe uzak değildi. Çünkü ölüm; beni ve sevdiğim insanları asla bulmazdı. Bir yanlışlık olmalıydı mutlaka. Ben ki defalarca ölümün kapısını çalmış ve ölümle dalga geçer gibi kaçıp saklanmıştım. Bu kadar basit olamazdı. Yine de, olmuştu işte. Gerçek bir palyaço gibi salıncağına oturmuş, odanın ortasında havada asılı duruyordu. Elimi uzatsam gerçeği tutabilir ve durdurabilirdim, yani öylesine katıydı gerçek. Ama hiçbir şey yapmadım.
İlk hissettiğim şey, derin bir öfke oldu. Öyle ki gözlerimin içlerini ve tırnaklarımın kenarlarını kavurdu. Bir kor gibi kanımda, damarlarımda dolaştı öfke. Birilerini tekmelemek, birkaç tabak kırmak, ve bir şeyleri kanatmak istedim. Yine de hiçbir şey yapmadım. Tek yaptığım o gri dumana bakmak ve onu tutmak oldu. Duman katılaştı, birikti ve parmaklarımın arasına doldu. Tırnaklarım kanayana dek sıktım onu. Yok etmek istedim. Acımasızca ve hiçbir şey hissetmeden. O gri dumanı yok etmek istedim.
Sonra durdum ve sustum. Çünkü küstüm. Bırakıp gideceğini bile bile neden onu sevmeme izin vermişti sanki? Neden dizine yatırıp saçlarımı okşamış ve neden bana masallar anlatmıştı. Sayı saymayı bile ondan öğrenmiştim ki o gün tüm sayıları unutmak istedim. Başarmış sayılırım; bir kaçı eksildi tabii. Geriye; 2-7-8-9 ve 3 kaldı. Anlamsız sayılar. Onlardan da nefret ettim beni bırakıp giden sevdiğimden de. Bana bunu nasıl yapardı bu haksızlıktı. Zamanla insanlardan nefret ettim. Evime gelip çok üzüldüğünü geveleyen ve başımı çevirdiğim an; akşam gidecekleri davetleri planlamaya başladıklarını bildiğim tüm insanlardan. Adımı bile bilmezken omzuma dokunup üzülme diyenlerden, seni anlıyoruz diyen tüm yalancılardan. Aynadaki aksimden bile nefret ettim. Hepsi birer yalandı.
Öfke öyle sert nefrete dönüştü ki, katmerli açan bir gül gibi çoğaldı; kan rengi bir gül gibi. ‘‘Sonra sevmemeyi öğrendi insan’’ acı ve nefret birleştiğinde öyle yakıcı bir sıcaklık oluşuyor ki, çölde göl seraplarını aratmayacak seraplar yaratıyor, kötülükle fokurdayan.

‘‘Kötü kalpli kahverengi cadı bir kahkaha attı. Sesi duvarlarda, taşlarda ve toprakta yankılandı. Biraz daha kötülük tohumu serpti fokurdayan ateşe. Ve sonra çok garip bir şey oldu. Ateş suyu ısıttı; su hafifledi, hafifledi, daha çok hafifledi ve yükseldi. Yürek cezvede bir kahve gibi kabardıkça, kabardı. Yağmur bulutu gibi ağırlaştı göğüs kafesinde. Sonra ufacık bir yel esti. Ve ateşle, ve kinle ve nefretle buharlaşan ruh, yağmur olup yağdı. Kötü kalpli kahverengi cadı, korku dolu bir çığlık attı ve ruhun arınışını izledi.’’

Neden sonra derin bir sukûnet kapladı yeri ve göğü. Bir iğne olsun düşmüyordu ki bu sessizliği bozsun. Bir sabah uyandığımda farklı bir şey oldu. Yatağımdan kalktım ve ağladım. Öyle çok yaş aktı ki, gözlerim kırmızı bir çanağın içine dokdurulmuş su yosunları gibi görünmeye başladı. Öyle çok yaş aktı ki; şehirlerdeki ve kasabalardaki hiçbir palyaçonun sahip olamayacağı kırmızı burna sahip oldum. Ve öyle çok yaş aktı ki; dev beyaz peçetelerden oluşan dağı ne Ferhat ve Kerem ne de adını bilmediğim aşıklar delebildi. O gün akşama doğru, -Yahut sabaha. Aslında bundan hiç emin değilim.- tüm nefretimi ve öfkemi kaybettim. Sanırım bu iyi bir şey. Çünkü o günden sonra –sivrisinekler ve güvenilmezler dışında- kimseye böyle bir öfke duymadım. Çünkü birine öfke duyabiliyorsan onu seviyorsun demektir. Aynı zamanda o, senin kanını emiyor demektir.

ö.ö.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder